Yaratılış Sevinci
  HİSSETTİKLERİMİZİ YAŞAMAK
 


 

HİSSETİKLERİMİZİ YAŞAMAK
 

          Hissettiklerimizi yaşamak, kendimizi tanımanın, yaşamın bizim için olan anlamını keşfetmenin bir yoludur.

          Hissettiklerimizi yaşamaktaki engellerimiz hepimiz için ortaktır. Hatta bu ortaklık ebeveynlerimiz ve onları ebeveynleri için de söz konusudur. Çünkü çocukların eğitimi konusunda dünya üzerindeki egemen anlayış, duyguların iyi ve fena duygular olarak ikiye ayrılması ve kötü duyguların bastırılmasıdır.

          İnsandaki pek çok mutsuzluğun, iletişim bozukluğunun ve hastalıkların nedeni bastırılmış duygulardır. Devamlı başkalarını suçlama, surat asma, kırgınlık, küsme, sevmeme, kinlenme, eleştiriye tahammülsüzlük, ilişkide olduğumuz insanları açık veya örtük olarak cezalandırma gibi davranışların altında çocukluğumuzda, ergenlik çağımızda, cezalandırılma, dışlanma, onaylanmama, sevmeme yoluyla bastırılmış olan kötü (!) duygularımız vardır.
Bastırılmış duygular asla yok olmazlar. Duygu birikimleri, kimi zaman hastalıklar, depresyonlar olarak tezahür eder, kimi zaman da en olumsuz bir davranış biçiminde ortaya çıkar ve bizim sosyal yaşamımıza ciddi zararlar verir. Çünkü yetişkin insanlar olarak duygularımızı hissetmeyi ve doğru ifade etmeyi öğrenmedik. Ve ne acıdır ki hiç farkına varmadan biz de çocuklarımıza, ebeveynlerimiz gibi aynı iyi niyetle, aynı baskıları uyguluyoruz.
Bastırılmış duygularımızın en başta gelenlerinden biri de öfkemizdir. Bastırılmış öfke, sosyal yaşantımıza, yaşamdaki başarılarımıza ve kuşkusuz sağlığımıza çok ciddi zararlar verdiği için, günümüzde “öfke kontrolü ve öfkenin doğru biçimde ifadesi” üzerinde ciddi çalışmalar, eğitimler var. Özellikle şirket çalışanları için bu konuda seminerler düzenleniyor.
 
 
ÖFKE İLE BAŞA ÇIKMAK
 
          Önce şunu ifade eldim ki öfke kötü bir duygu değildir; doğal, belirli bir düzeyde kabul edilebilir, yaşanması gereken bir duygudur. Ancak, öfkenin neden olduğu davranış kontrol edilebilmeli, öfkenin ifade ediliş biçimi sağlıklı bir çözüm sağlamalıdır.  Bunun için de öfkemizin altında yatanları, dolayısıyla kendimizi tanımalıyız.  Öfke çocukluğumuzda, ilk gençliğimizde cezalandırılmış bir duygudur. Öfkenin başka bir biçimi olan ağlama ayıplanmış ve susturulmuştur. Bu nedenle hem bu duyguyu nasıl ifade edeceğimizi bilmeyiz, hem de suçlanmamıza neden olacak korkusuyla bastırdığımız için zaman zaman öfke nöbetlerine tutuluruz.
Öfke bastırıldığı zaman yine de çeşitli görünüm altında güya öfke değilmiş gibi kısmen de olsa ortaya çıkar. Örneğin eleştiri karşısında karşı tarafı suçlama, ona surat asma, küsme kırılma, onunla konuşmama, ters davranma öfkenin tezahür biçimleri olduğu halde öfkelenmediğimizi zannederiz. Bu davranışların altında yine de, yaşadığımız şeyin ne olduğunu, daha derinlerde nelerin bulunduğunu bilmediğimiz baskılanmış öfkemiz vardır.

           Öfkelendiğimiz kişiye kin duyarız. Çoğu kişi kin duyduğunu kabul etmez. Belki sadece o kişinin ukala, sevimsiz, can sıkıcı biri olduğunu, kaba, saçma sapan konuştuğunu bu sebeple onunla anlaşamadığını söyleyebilir ki bu tamamen öfke sonucu ortaya çıkan suçlamadır. Böylece kendi duygularımızı hissetmemek için, suçlama oyununu tekrar tekrar oynarız ve ömür boyu kendi öfkemizin sorumluluğundan kaçarız. Böyle yaparak kendimizi tanıma ve sevme olasılığını kaybederiz.
 
 
ÖFKENİN ALTINDA NELER VAR?
 
          Öfkenin altında yatanlar nelerdir ki, biz onlarla yüzleşmektense başkalarını suçluyoruz? Öfkenin altında onaylanmamanın acısı, hayal kırıklığı vardır. Daha derinde ise korkular var; çocukluğumuzdaki travmalardan kaynaklanan sevilmeme, reddedilme, cezalandırılma gibi korkular, kendimizdeki sevilmeye, onaylanmaya yönelik açlığımız.

          Çocuklukta ebeveyn tarafından karşılanması gereken bu duygusal gereksinimler, okulda öğretmenler, arkadaşlar, çevredeki kişiler tarafından da daha derinleştirilir. Bir yetişkin olarak hala bu gereksinmelerimizi karşılayacak anneler babalar ararız. Allah baba, devlet baba, baba adam gibi deyimler, ulusun babası veya anası rolleri hep bu nedenle ortaya çıkmaktadır. Hiçbir şey bulamazsak toprak anamız vardır! Eşimizde babamızı veya anamızı ararız. Bütün bunların doğal bir sonuç olarak, sevmediğimiz kişilerin listesi gittikçe uzar: en başta anne ve baba, akrabalar, öğretmenler, arkadaşlar, eşler, amirler vs. Ne var ki bir yetişkin olarak bu gereksinimlerimizi kendimiz karşılamak zorundayız. Kendimizdeki sevilme ve onaylanma açlığı ile yüzleşmek, bu açlığın oluşmasında kendimizin bir kusuru olmadığı gibi anne babamızın, çevremizdeki herkesin de iyi niyetli olduklarını, ancak doğruyu bilememekten kaynaklanan bu durumdan dolayı onları da suçlamamız gerektiğini kabul etmek zorundayız. Aksi halde Carl Gustaw Jung’ un da dediği gibi “kendimizde yüzleşemediğimiz şeyler kader olarak karşımıza çıkar.”

          Bu konuda Aristo’nun her şeyi tek cümlede toplayan bir deyişi var: Herhangi bir kimse öfkelenebilir. Bu kolaydır. Ne var ki; doğru insana, doğru zamanda, doğru maksatla, doğru derecede ve doğru biçimde öfkelenmek; işte bu zordur.
 
 
ÖFKEYE RUHSAL AÇIDAN BAKIŞ
 
         Öfkeye psikolojik açıdan bakıldığında sorunun çözülmesi çok zor görünüyor. Her nesil, bir önceki neslin hatalarını, daha sonrakine uyguluyorsa, Ruhsal Sistemler insandan ne bekleyebilir ki. Bu noktada kabul etmemiz gereken gerçekler var. İnsanın şuurca yükselmesi doğru ve iyi eylemler içinde olmasına bağlıdır. Neyin iyi ve neyin doğru olduğunu anlayabilmek, iyi ve doğru olmayanı görmeğe, yaşamağa bağlı oluyor. Böyle düşününce gençlerin hataları deneyimlemesi gerekli oluyor. Her biri çocukluğunun çocuğu olan ana ve babalar, sevgi gereksinimleri zamanında karşılanmadığı için ne kendileri ne de başkaları tarafından sevilmeyen yetişkinler acı çekiyorlar. Bu acı çeken insanlara bir de gelecek neslin sorumluluğu veriliyor. Burada bir çelişki var gibi. Ancak Ruhsal Sistem  sevgi açığını kapatmak üzere insanın  her an yanında. Çocuklar tamamen ana babalarının sorumluluğunda olsaydı, hayatta bile kalamazlardı. Sistem her an çocukları ve yetişkinleri koruyor, yoğun bir sevgi etkisi altında tutuyor. Bütün sorun, İlahi Sevgiye açık olmak. İlahi sevgiye açık olmak, iyi ve doğru olanın eyleminde olmak gerçeğin bilgisini adım adım eyleme dönüştürmek demektir. Konuya iki yönden yaklaşmak gerekir; psikolojik olarak kendimizi tanımak, kendimizle yüzleşmek ve aynı zamanda Ruhsal Sistemle irtibatta kalmayı sağlayacak gerçek anlamda iyi, doğru, sevgi içinde şuurlu bir yaşam sürmek. Kalplere sevgi doğduğunda öfke bütün çetesini alır gider.
 02.06.08
 

 
 
 
 
 
 
 
 
  Bugün 8 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol