ZİHNİN MEKANİZMASI VE SONSUZ KIRILIMLARI
Dil (sözcükler ve tümceler) zihindekileri ifade eder. Zihindekilerin ifade edilemeyen kökleri sonsuz karanlığa doğru uzanır. Bu nedenle zihinde bir şeyi bastırdığımızda ya da kesip attığımızda o kök başka taraftan uç verir. Zihin, benzerleriyle bağlantı halinde ol
an bir mekanizmadır. Şöyle de diyebiliriz, zihin sonsuz bağlantılar içinde birbirini destekleyen, birbirine hayat veren, görünüşte benzemeyen fakat varlığı diğerine bağlı olan bir mekanizmalar sisteminin bize hükmeden kısmıdır. Bir bakkal düşünün; vergi dairesi, vergi mevzuatı, bu mevzuatı düzenleyen maliye teşkilatı , vergi kanunlarını yapan bir meclis, vergi mahkemeleri, bakkalın mal aldığı çok çeşitli toptancılar, onların bağlı olduğu mevzuat, üreticiler, çeşitli ulaşım sistemleri, bakkalda çalışanlarla ilgili sosyal sigorta mevzuatı, müşteriler ve tüketicileri koruyan mevzuat; bütün bunlar bakkalın var olması içindir ve bakkalın, geniş anlamda bir ticari veya endüstriyel kuruluşun varlığı da onları var etmektedir. Karşılıklı olarak zihni var edenle zihnin var ettiği bağlantılı sistemler çok daha karmaşıktır. Bakkalın iş yerini kapattığını düşünelim, bütün bu bağlantılar kimi hemen, kimi yasal bazı süreler içinde ortadan kalkar.
Zihin de böyle görünen, fark edilen veya edilmeyen bağlantılar içinde varlığını sürdürür, o bağlantılarla güçlenir, varlığı ile o bağlantıları, sistemleri güçlendirir.
Çok önemli bir diğer özellik ise her zihnin şuur seviyesine göre sistemlerle olan bağlantılarını sonsuz kırılımlara uğratmasıdır. Bunun sonucu olarak kendimizi farklı görmekteyiz.
Bu nedenle zihni çok iyi tanımak zorundayız. Sorunların zihinden kaynaklandığını, egosal bir zihnin, dünyanın her yanındaki egosal eylemlerden sorumlu ve yüksek bir zihnin bütün hayırlara katkısı olduğunu bilmeli ve buna göre bir kullanım içinde olmalıyız. Zihnin doğru kullanımı demek, egosal zihni fark ederek tedricen, yüksek zihne geçmektir. Tedricen demek keyfi bir zaman kullanımı demek değildir. Fark edilen yanlışları, çok küçük de olsa derhal terk etmek, böylece güç ve şuur kazanmaktır. Tedriç denmiştir ama aslında bu, her gün adım atmayı gerektiren yüksek bir hızı ifade eder. Tedriç denmesinin nedeni yolun uzunluğu dolayısıyla atılacak adımların çokluğudur.
Beden ve zihin birdir, birbirini yaratır. Bu nedenle yüksek zihin sahiplerinin farklı özellikte bedenleri vardır. Yüksek zihin ibadet halidir. Ve bu bütün beden kimyasını değiştirir. “Ne yediğini söyle, kim olduğunu söyleyeyim” sözü bu gerçeği vurgular.
Dil zihindekileri ifade eder. Bu sebeple her dil ayrı bir zihin yarattığı gibi, aynı dili konuşuyor gibi görünen ancak şuur seviyesi ve doğumdan itibaren duygusal yaşantısı farklı olan kişiler de aynı dili konuşmazlar. Bu farklılıkların zihnin bağlantıda olduğu sistemleri kırılımlara uğratması nedenile ne kadar insan varsa o kadar farklı zihin ve o kadar dil vardır. Aynı nedenle NLP yi şöyle tarif ediyorlar: NLP, iletişim kurmayı istediğiniz her insanın kendine özgü bireysel dilini anlama ve o kişiyle kendi anladığı bireysel dilde iletişim kurabilme, dolayısıyla etkin insan olma sanatıdır.
İnsanların ortak dili Varoluş’u hissetmektir. Egosal zihin sustuğu zaman ortak dil başlar. Yüksek zihin susmasına veya susturulmasına gerek olmayan dildir ve ortaktır. Bu dilin kelimeleri yoktur. Kelimelerle konuşulsa bile kelimelerin gerisindeki anlamlarla sözel olmayan bir iletişim meydana gelir. Tanrıyı hissetmek sözel olmayan bir iletişimdir. Varoluş sözcüklerle anlatılamaz.
Çocuklar önce konuşmazlar. Belki belli gereksinimleri karşılandığında bir varoluş mutluluğu içindedirler. Kaldı ki çocukların konuşacak bir şeyleri de yoktur, çünkü zihinleri yoktur. Zihin önce duygularla, fizik gereksinimlerin karşılanması veya karşılanmamasına göre oluşur. Sonra sözcükler bir dil zihin geliştirir.
Zihnin gerçek konumu anlaşıldıkça yine konuşma azalır. Konuşmanın yanlışlığı ve kirliliği anlaşılır; sözel olmayan iletişim başlar.Mevlana diyor ki:”cehalet insanları kirletir. Suskunluk asaletten ileri gelir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin önce lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım değer mi diye”
27.05.2008